Aşağıdaki
yazının orijinali için:
İtalik
kısımlar bana ait yorumlardır.
“Her
halükarda, geleneksel öğretilerce bilindiği üzere önemli olan şey, mutluluk ile
memnuniyet arasında hangisinin coşkun, hangisinin de hamasi olduğu konusunda
ayrımın yapılmasıdır. Ayrım, iki karşıt durum ve iki karşıt insan tipi arasına
tekabül eder. Mutluluğun ya da memnuniyetin birinci tipi tabiat düzlemine
aittir ve dürtülerin, içgüdülerin, tutkuların ve eğilimlerin dünyasına doğru gerçekleşen
edilgenlik tarafından mimlenmiştir. Gelenek, doğal varoluşun, arzu, istek ve
hayatı ileriye doğru sürdüren ateşin bir anlık nemlenmesine dayanan arzunun
tatminine bağlı olan coşkun memnuniyet gibi temellerini tanımlar. (Bu noktada ateşin nemlenmesi konusunu, dört
elementten birisi olan ateş elementinin su elementi davranışı göstermesi olarak
açıklayamasam da en azından fikir vermek isterim. Bu konu simya ve astroloji
ile ilgilidir. Yakında onlara da ışık tutacağım) Diğer taraftan hamasi
memnuniyet, daha üstün bir düzlemden hayata doğru var olmaktan gelen nihai davranışlara
eşlik eder.”
“Kontrol
edilmeyen tutku tarafından dalgalanan insanlık, kendini kontrol edemeyen keder
ile kargaşalıdır, anksiyete ve kuşku sayesinde de savrulmaktadır. Sadece bilge
olan, sadece düşünceleri kontrollü ve saflaştırılmış olan kişi, kendine itaat
eden ruhun rüzgârlarını ve fırtınalarını var eder.”
DOĞAL MUTLULUK
Halkın büyük
çoğunluğunun, tüm zamanlarda ve mekânlarda doğal mutluluğu arzu etmiş
olmalarına rağmen, Gelenek öğretiyor ki, her yaşta, bu tarz arzuların ötesine
geçmiş ve barışçıl bir kutsanma haline erişmiş olarak tanınan çok az insan
olmuştur. Evola, arzunun harekete geçirici dört gücünü şöyle listeler:
İçgüdü
|
Öğrenilmesi gerekmeyen doğuştan
gelen arzular.
|
Dürtü
|
Arzuyu yaratan kuvvetli fikir.
|
Tutku
|
Arzuyu yaratan kuvvetli duygu.
|
Eğilim
|
Arzu ya da tiksintiye yol açan
keyfi hoşlanılan ya da hoşlanılmayan şeyler.
|
İçgüdüler,
dürtüler, tutkular ve eğilimler, doğal insanın dindirmek isteyeceği coşkun
arzular yaratırlar. Bu duruma, arzuların tatmininin, mutluluğa neden olduğu
inancı daima eşlik eder. Bununla beraber, doğal ya da dünyevi insan bir
süreliğine mutluluğu tecrübe edebilir, ateşin sönmesi ile beraber, eşit
coşkunluktaki başka bir arzu tekrar tatmin edilme ihtiyacı ile belirecektir. Yani demek istiyor ki nefsin sonu yok, biri biter öteki başlar...
ARZU VE İRADE
Arzunun
karşısındaki “etken” ve “edilgen” kuvvetleri anlamak için, çabalama sürecinin
açıkça gözlemlenmesi gerekmektedir. “Yeterli Sebep Prensibi” (ya da Nedensellik) bizi, şeyler ve
olaylar için bir neden aramaya yönlendirir; örnek olarak bu, matematiksel bir
kanıtın ya da dünyadaki şeyler için fiziksel nedenin mantıksal gereksinimi
olabilir. İnsan davranışı durumunda bu, kişinin ne yaptığına bir açıklama veren
sebep ya da güdüdür.
Öyleyse
kişi bazı sonuçlara erişmek için bir güdü sahibi olacaktır ve “özgür” olduğunun
sınırlı hissi ile bu sonuçlara erişmek anlamında seçim konusunda özgürdür.
Bununla beraber, davranışlarına hareket veren güdüleri seçmekte özgür müdür?
Eğer kişinin bilinci içgüdüleri, dürtüleri, tutkuları ve eğilimleri açısından
edilgen durumda ise, sonrasında kişinin davranışları bu faktörler tarafından
kendisinden harici olarak biçimlenecektir. Bu daha derin his ile kişi özgür
değildir ve kendisi dışında beliren kuvvetlerin esiri durumdadır.
TARAFSIZLIK
“Tarafsızlık,
tamamıyla yaşanmış bir tecrübe ile bir arada var olur, soğukkanlı oluş hali
daimi olarak hayatın özüne bağlanmıştır. Varoluşsal olarak konuşursak, bu
birlikteliğin sonucu, kişinin neredeyse mantık süzgecinden geçirilmiş ve
manyetik diyebileceği, ilksel kuvvetler, içgüdü ve doğa dünyasının kendinden
geçirici (ekstaz, yakaza) açılışından
gelenin kesin karşıtı olan berrak sarhoş olma hissinin en detaylı çeşididir. Bu
çok özel berrak sarhoş olma hissinde, kendi haline terk edilmiş kaotik bir
dünyada, özgür haldeki varoluş için gerekli olan hayati element seyreltilmiş ve
aydınlatılmış olarak görülmelidir.”
J. Evola
Doğaüstü
mutluluk ya da “hamasi keyf” ya da “berrak sarhoş olma hissi” tarafsızlığın
etkisidir. Tarafsızlık, hayattan geri çekilme ya da vazgeçme ile aynı şey
değildir. Aksine, tarafsız olan kişi hayat ile ilgili etken kuvvettir. Kişi
artık içgüdülerinin, dürtülerinin, tutkularının ve eğilimlerinin kuklası
değildir. Bunun yerine, o farkındalığın merkezindedir, “etkilenmeyen(duygusuz)
taşıyıcıdır”, gözlemcidir. İçgüdüler, dürtüler, tutkular ve eğilimler sadece
seçenekler haline gelmişlerdir ve kader, gereklilik ya da “ananke” değildirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder