11 Ekim 2016 Salı

One Belt, One Road

Gündeme dair gerçekçi yazılar yazmamı isteyenler oldu ve son gelişmeler neticesinde bir şeyler yazmanın vakti gelmiştir diye düşündüm. Bir tez üretimi için tarihten gene bahsedeceğim tabi ki.
Üretim arzının fazlalığı ve insan toplumunun çeşitli taleplerinin çekim alanı neticesinde ticaret ve dolayısıyla ekonomik güç ortaya çıkmaktadır. Biraz fizik bilenler de çekim alanlarının belirli merkezleri olduğunu hatırlayacaklardır. Ticaret dendiğinde bu merkezler öncelikle yerleşim yerleri ve daha sonra bu yerler gelişerek şehirler olmuştur.
Bilinen tarih yazımında büyük ticaret yolları hem toplumları hem de tarihi biçimlendiren ağır ve sessiz işleyen bir güç olarak karşımıza çıkar. Tabi savaşlar kadar etkili ve çabuk darbeleri olmasa da savaşların çoğunun da motive edici temel sebebi olmuştur bu ticaret yolları. Antik çağın en önemli ticaret yolları ipek ve baharat yolu olarak bildiğimiz karasal ticaret yollarıdır.
İpek yolu, Antik Çinden başlayarak orta asya üzerinden bir kuzey yolu ile karadenizin kuzey düzlüklerine ve avrupaya bir güney yolu ile de iran üzerinden batı asya ve kuzey afrikaya erişen dünyanın en eski ticaret yollarından birisidir. Geçtiği güzergâh üzerinde şehirler kurulmuş ve bu şehirlerin ittifakları ile devletler kurulmuştur, tabi güç her zaman yozlaşmayı yanında getirdiğinden sayısız savaşa sebep de olmuştur.  Büyük İskender belki de ipek yoluna hâkim olmak için yapmıştı o büyük doğu seferini. Moğollar, ipek yolundaki tüm yerleşim yerlerini hedef almışlarıdır. Örnekler saymakla bitmez fakat şu bir gerçek ki İpek yolu denizcilik gelişene ve Süveyş kanalı açılana kadar önemini korumuştur.
Baharat yolundan bahsetmeden önce baharat kelimesinin Hindistan dediğimiz ülkenin adı olduğunu bilmek gerekiyor. Aslında hindistan ticaret yolu desek de olur. Yeterli somut tarihsel belge olmadığından zannımca baharat yolu ipek yolundan daha eski olup ticaret hacmi olarak bakıldığında daha etkin bir yol olmuştur. Tabi bu ticaret ağı deniz yollarını da kullandığından antik Çinde devasa ticaret filoları kurulmasına sebep olduğu iddaa edilmektedir. Bu ticaret ağı için yapılan savaşlar antik hint vedalarına, Upanişadlara bile konu olmuştur.
Antik Çin, günümüzdeki bürokratik diyebileceğimiz devlet kavramını ilk icat edip uygulayan toplum olarak karşımıza çıkıyor. Elde ettikleri ivme ile üretim fazlalığı oluşturup bunu ticaret ağı ile başka toplumlara ulaştırdılar fakat kendi siyasi yapılarını eriştirmeye güçleri yetmedi çünkü yol oldukça uzundu. Hem ipek yolu hem de baharat yolu batı asyada büyük devletlerin kurulup yıkılmasına yeni siyasi ve teknolojik gelişmelerin birbirini izlemesine ve bunların ortaya çıkmasına sebep olan felaketlere vesile olmuşlardır.
Gelelim günümüze, Çin Halk Cumhuriyeti (PRC) “One belt, One road”, yani “Tek kuşak, Tek yol” adıyla antik ipek yolunu tekrar canlandıracak olan Yüksek hızlı tren ağı (Tek kuşak) ve bu ağı destekleyerek limanlara erişen otoyolların (tek yol) inşası projesine başlamış bulunmaktadır. Bunun için ülkelerindeki iki büyük devletin demiryolu şirketini birleştirerek uluslar arası bir şirket haline dönüştürmüşlerdir. İnşasına başladıkları beş hatlı yüksek hızlı tren ağı belki de uzay istasyonu kurulması kadar iddialı ve büyük bir projedir.
Bu kuşak Çinden çıkarak hem kuzey yolu ile Rusya ve Avrupaya hem de güneyden İran üzerinden Anadoluya ve Kuzey Afrikaya erişecektir. İnşa etmek belki çok kolaydır fakat asıl sorun bu hattın enerji ihtiyacının nasıl karşılanacağıdır. Tabi bu kuşağın korunması, enerjisinin sağlanması, bu kuşaktan elde edilecek ticari getiririn hangi kurallar çerçevesinde oluşacağı, bu kuşağın üzerinden geçen devletlerin bu konulara nasıl yaklaşılacağı ise kafamı kurcalayan sorulardır.
Rusya hâli hazırda Trans Sibirya hattına sahiptir ama geçtiği güzergâh göz önüne alındığından pek ticaret hacmi yaratmamaktadır. Rusyanın sıcak denizlere inme politikasının bir de yeni ipek yolunda söz sahibi olma politikasına evrildiği günleri göreceğimizi düşünmekteyim.
PRC şu an orta asya devletleri ile siyasi ve ticari paylaşımı içeren birtakım anlaşmalar yapmaktadır ve bunu Pakistan ve İran takip edecektir. İran konusunda sıkıntı yaşamayacağını düşündüğüm PRC’nin Tek kuşağı ortadoğuya eriştiğinde umarım doğru kararlar alabilecek ülkeler tesis edilmiş olacaktır. Gerçekçi olmak gerekirse Suriyede süren çatışmaların biraz da bu Tek kuşak ile ilgili olduğu da söylenebilir. Tabi asıl konu enerjinin paylaşımıdır fakat tek sebep bu değildir.
Gelelim olası bir Tek kuşağın nasıl işletileceğine; öncelikle deli dumrul misali hükümetlerin gelecekte ortaya çıkmayacağını kimse garanti edemiyor. Yani ileride Tek kuşak işletme ücretlerini vergileri değiştirmek isteyen hükümetler ortaya çıkıp gerginliklere sebebiyet verebilirler. Bu sebepten Tek kuşak, varsayalım ki beş hattın sağından ve solundan ellişer kilometrelik bir alanı serbest ticaret bölgesi gibi kabul eden ve tüm geçtiği devletlerin temsilcilerinden oluşan bir kurul veya meclis tarafından yönetilen, kendi enerjisini sağlayan ve hatta devletlere enerji satan, kendi coğrafi alanı içerisinde uluslar arası ticareti rahatlatan bir serbest bölge veya vergi cenneti gibi oluşumlara izin veren ve daha ileri gitmek gerekirse tüm dünya adına somut kararlar alabilen bir üst kurum haline dönüşebilir.  Çünkü hem ekonomik güce hem de büyük ihtimalle nükleer santraller ile enerji ihtiyacını sağlayacağından ve bunu koruyacak askeri güce de sahip olacağından; birleşmiş milletler gibi pasif değil daha aktif bir uluslar arası kurum haline dönüşebilir. Bu geleceği bazı büyük devletlerin öngördüğünü düşünmekteyim. Ayrıca bu durum yeni siyasi yapıların oluşmasına ve bazı kuramların tekrar gözden geçirilmesine de sebebiyet verebilir.
Rusyanın Tartus şehrine kalıcı bir üs kurması, Birleşik devletlerin kuzey ırakta yaptığı yatırımlar, İran devletinin küresel düzeyde daha şeffaf bir devlet haline gelmesi, uluslararası demiryolu şirketlerinin hem ülkemize hem bölgeye yatırım yapmak istemeleri ve her şeyden önemlisi orta asya, Afganistan ve İranda modern küresel bir yapı oluşturma çabaları beni bu konuda düşünmeye sevk etmektedir.
Büyük devletler bu Tek kuşak üzerinde söz sahibi olmak isteyeceklerdir. Umarım ülkemiz de bu konuda doğru kararlar alarak hem siyasal anlamda hem de teknolojik anlamda geri kalmadan oyunun bir parçası olmayı başarır.


8 Şubat 2016 Pazartesi

Tasavvuf ve Toplumsal Sınıf



Aşağıda yazılanlar bireysel okumalarım ve düşüncelerimin ürünüdür. Bir çok konu için kaynakça yazabilirdim; fakat gerek duymuyorum çünkü bilmeyen araştırır öğrenir. Bilgi çağında yaşıyoruz. Üslup biraz rahatsız edici olabilir. Saygılar.

Konuyu hakkıyla sunabilmek için önce tarihte bir çok zamanda ve medeniyette zuhur etmiş olan kast sisteminden biraz bahsetmek lazım. Kast dediğimiz toplumsal sınıftır. Çoğunlukla ekonomik ve soya bağımlı olmakla birlikte katı ve geçişken olmayan sınıfsal uygulamaları olduğu gibi daha geçişken ve serbest oluşumlar da dünyada yaşayıp yok olmuş neredeyse her medeniyette gözlenmiştir.

Temelde dört sınıf vardır ve bunun tarihteki en uzun süren ve en sert yaşananı olan antik Hindistan (Bharata) kast sistemindeki isimleri ile tanıtalım: Brahma, Kşatriya, Vişya, Sudra; yani Âlim-Ruhban sınıfı, Asker sınıfı, Tüccar-sanatkar sınıfı ve İşçi-köle-Vasıfsız sınıfı.

Sudra sınıfına işçi-köle-vasıfsız dedik fakat aslında zihinsel olarak fazla gelişme gösterememiş, çoğunlukla kol gücü ile sıradan işler yapan topluluklar desek daha doğru olacaktır. Bu topluluklar tarihte işçi, köle, serf, tebaa gibi isimlerle farklı medeniyetlerde yer almışlardır. Geçişken durumlarda aralarından nadir durumlarda brahman çıksa da vişya ve kşatriya türetme olasılıklar daha fazladır. Sudra sınıfının (eski çağları düşünürsek) doğa karşısında dağılıp yok olmadan varlığını sürdürebilmesi için diğer sınıfların varlığına ihtiyacı vardır. Çünkü kaygıları günü kurtarmaya yönelik ve bencil karakterlidir ya da başka bir ifade ile dünyevi bir yaşam sürmek belirleyici özellikleridir. Günümüzde maaşlı çalışan her kesimi bu sınıfa sokmak isteyen şarlatanlar vardır ve işe salt ekonomik bakıldığında haklıdırlar. Neticede üretim bu sınıfın varlığına bağlıdır ve düzgün yönetildiğinde üretim fazlası oluşur. Bu sınıfın tanımlayan damgalar yönetilen ve sabittir.

Vişya sınıfı tüccar, sanatkâr sınıfıdır. Sudralardan farklı olarak kol gücü ile biraz daha gelişmiş bir zihin gücünü harmanlayarak bir amaç doğrultusunda kullanma becerisi elde etmişlerdir. Sudra sınıfının yarattığı üretim fazlasından katma değer elde etme dürtüsü ile ortaya çıkmışlardır desek kolaycılık yapmış oluruz fakat haklıyızdır da. Hem topluluklar arasında üretim fazlasının ticareti hem de bu üretim fazlasını kullanarak kültürel değer olan zanaatsal faaliyetleri icra etmişlerdir. Geçişken durumlarda aralarından çoğunlukla kşatriya ve nadiren brahman çıkar. Vişya sınıfının özelikle ticari faaliyetlerinin adil olması ve güvenliği için kşatriya sınıfına bağımlılığı vardır. Ayrıca zanaatsal, ticari ve sanatsal yönelimlerin analizi ve belirlenmesi için brahman sınıfının yönlendirmesine gereksinim duyarlar. Kaygıları çoğunlukla kazanç kaygısıdır ve günü kurtarmak ya da başka bir ifade ile dünyevi bir yaşam sürmek belirleyici özellikleridir. Bu sınıf iyi biçimde organize olduğunda toplumda endüstriyel ve kültürel gelişim sağlanır. Bu sınıfı tanımlayan damgalar yönetilen ve hareketlidir.

Kşatriya sınıfı asker ya da kolluk kuvveti sınıfıdır. Toplumdaki temel görevi içe dönük olarak toplumsal adaleti korumak dışa dönük olarak da tehditlere ve düşmanlara karşı toplumu korumaktır. Antikitede kol gücü ve zihin gücü, çocukluktan başlayan sıkı bir eğitimle saf hale getirilerek sarsılmaz savaşçılar ve kahramanlar üretmek için terbiye edilmiştir. İçlerinden sadece brahmanlar türer. Sudranın üretim fazlası ve Vişyanın ürettiği silahlar olmadan varlıkları anlamsızdır. Sıkı bir talim ve terbiye altında yaşadıklarından dünyevi kaygıları yoktur (antikitede). Kadını da erkeği de doğuştan kşatriyadır ve çocukları da kşatriya olarak hayat sürer. Günümüzde bu tanıma uyan bir kolluk kuvveti topluluğu yok gibidir. Bu sınıfı tanımlayan damgalar yöneten ve hareketlidir.

Brahman sınıfı âlim, ruhban, toplumsal lider sınıfıdır desek de aslında toplumda sınıf olarak adlandırılacak kadar büyük miktarlarda olmamaları eşyanın tabiatı gereğidir. Bu sınıfın mensupları ileri derecede gelişmiş bir zihinsel yapıya sahiptirler. Tarihteki katı sınıf uygulamaları teorisine göre diğerlerinden ayrık ve geçişken olmayan bir sınıf olmaları gerekliliği kendi tabiatları ile örtüşmez. Pratikte ancak ve ancak terbiye ile elde edilebilecek olan zihinsel gelişmişlikten dolayı çoğunlukla kşatriya sınıfından çıkarlar ve bu yüzden önemi olmasa da bir çeşit kol gücüne de sahiptirler. Ve yine eşyanın tabiatı gereği diğer sınıflardan da brahman özellikli kişiler zaman zaman türemiştir. Bu sebepten kendine has bir sınıftır. Bunlar yöneticilerdir. Karar vericilik, yasa yapıcılık temel görevleridir. Toplumsal yapının ürettiği cevherler, dahiler bu kişilerdir. Diğer sınıflar ve onların endüstriyel ve kültürel etkileşimi olmaksızın var olmaları mucize olarak adlandırılır. Belki de en eski kabile düzeninden bu yana, kabilenin reisi ya da yaşlıları brahman gibiydi ve kabilenin toplum olmasını sağlayan kuralları koydular. Medeniyeti geliştiren fikirleri ürettiler. Bu sınıfı tanımlayan damgalar yöneten ve sabittir.

Bir masal gibi anlattığımız bu tarihsel bilgiler günümüzde geçerliliğini çoğunlukla yitirmiştir. Benzeri sınıflar farklı şartlarda mevcuttur. Geçişkenlik had safhadadır. Eskinin toplumları milletlere dönüşmüş ve dünya insanları milletine doğru evrilmektedir. Değişmeyen ise insanın bireysel hali ya da belki de kabul edersiniz ya da etmezsiniz ruhudur. Bundan sonra bahsedeceklerimiz de ruh, inanç tasavvuf ve din ile ilgili olacaktır.

Belki binlerce belki de onbinlerce yıldır varlığını sürdüren insan topluluklarının Brahmanları boş mu durdu zannediyorsunuz? Toplum mühendisliği diye bir tanım duydunuz mu? Cevabınız evet ise bu mühendisliğin toplumları biçimlendiren en büyük aleti “Din”dir diyerek sözde devam etmek istiyorum.

Toplumu oluşturan her bireyin psikolojik dürtüleri, yönelimleri ve rahatsızlıkları çeşitli biçimlerde mevcuttur. Bunları sanatla, eğitimle, eğlenceyle, çatışmayla, uzlaşıyla kontrol etmek ya da hani kontrol edemiyorsak da öngörülebilir bir düzeyde tutmak gerekir. Toplum mühendisliği basit olarak bu doğrultuda çalışırken, toplumun sınıfına göre bazı kurallar koymuştur. Tarih ilerledikçe, dünya döndükçe, doğa içinde yaşayan insanları bazen sevindirip bazen üzdükçe, toplumlar birbirleri ile etkileşimi sürdürdükçe bu kurallar da durmaksızın evrilmiştir. Geçmişin doğa olayları efsanelere dönüşmüştür. Binlerce yıl öncesinin o ünlü kabile reisinin anısı bir zaman gelmiş bir tanrının hikâyesi olmuş ve adına tapınak yapılmıştır. Bireysel olarak insanın, toplumsal hayattan etkilenen psikolojik gereksinimlerinin veyahut ruhsal açlığının giderilmesi için din kavramı içinde ıslah programları oluşturulmuştur. Günümüzde bu talim, terbiye, öğreti bütününe verilen isim tasavvuftur. Kast sisteminde kşatriyaların ıslahı için yapılan icraatlar bu işi sistematik hale getirmiştir diyebiliriz. Tabi yakın tarihten günümüze kadar sınıf gözetmeksizin ve hatta sınıfına göre farklı biçimler alacak biçimde farklı tasavvufi uygulamalar olmuştur. Ve ilginçtir ki tasavvuf da dört ana kısımda incelenir.

Tasavvuf konusunu İslam geleneği üzerinden anlatacağım fakat özü itibari ile sadece islama ait bir yapı değildir. Hristiyanlıkta ne kadar kalmıştır bilmem ama Musevi inancının bazı öğretileri de dört katmanlı sistemi içerir. Antik Akdeniz uygarlıklarından antik Bharata’ya ve Çine kadar toplumların felsefelerinde ve kozmolojilerinde de dört katlı yapılar göze çarpmaktadır.

İslami tasavvufta “Dört kapı, kırk makam” adı verilen bir talim, terbiye, öğreti yapılanmasından bahsedilir. Ruhun tekamülünü ya da ruhun gelişirken zihnin de bununla beraber aydınlanmasını amaçlayan öğretilerin izlediği yolların en bilineninin İslami yorumunu içerir. Beden sahibi ruh, bütünle bir olma ya da yaratıcısına kavuşma yolunda bazı yollar izler ve bu yollar da mertebeler ihtiva eder. Kırk mertebe, dört ana grup olarak karşımıza çıkar. Bunlar; şeriat kapısı, tarikat kapısı, marifet kapısı ve hakikat kapısıdır.

Detaylarına inmeye lüzum yoktur ki zaten konumuz da bunların içeriğinden ziyade nasıl bu şekle geldiklerinin hikayesidir. Bu hikaye daha önce anlattığımız toplumsal sınıflarla çok uyumlu görünmektedir. Toplumsal sınıfları katı bir ayrışma içinde değil de daha geçişken ve birbiri ile karışan bir şekilde tahayyül edip, bireyin ruhunu da en alt sınıftan en üstüne doğru yol alıyormuş gibi düşünürsek tasavvufun bu yapılanmasının aslında dini üreten toplumsal mühendisliğin atölyesi olduğunu idrak edebiliriz.

Tasavvufun makamları bireye bazı yükümlülükler getirir. Her kapının kendine has kuralları vardır. Kişi bunları elinden geldiğince hayatına yerleştirir ve ister istemez bir başkalaşım yaşar. Bu başkalaşım eğer ölçülü olunduysa ve beklenmedik şeyler yaşanmadıysa doğru sonuçlar verir ve kişi bir sonraki makamın kapısına erişir. Kapıda bolca sembolik ve bir o kadar gizemli bir sınavdan geçer ve diğer makama erişim hakkı kazanır. Sonra da yeni kurallara tabi olur ve ilginç olan eski kuralların hiçbir hükmü kalmaz ve hatta onlar günah niteliği bile kazanır. Avama açık kaynaklarda bu dediklerimize uygun tanımlar bulamazsınız. Daha çok toplum içinde uyumlu yaşamayı öğreten bir takım kuralların tasavvufi yolun makamları gibi anlatırlar ki başka türlüsü de garip olurdu zaten.

Sonuç olarak ruhun tasavvufi yolda ilerlemesini bireyin sudralıktan brahmanlığa giden bir yolda yürümesine benzetebiliriz demek isterdim ama tam olarak öyle değil. Şöyle ki, eğer kişi kşatriyanın adanmışlığına ve vişyanın açıkgözlüğüne ayrıca bir brahmanın rehberliğinde sudra sabrına sahip değilse işi kolay olmayacaktır. İlk paragrafların sonlarında bahsedilen damgalar ruhun bu bahsettiğimiz benzeşime anahtar olabilecek damgalarıdır.