Aşağıdaki pasaj Ethem Cebecioğlu isimli akademisyenin Akşemseddin ile ilgili hazırladığı makalenin son bölümüdür...
Şunu belirtmekte
yarar var: Meczuplar, her ne kadar tekliften azade gibi gözükse de Akşemseddin’in
kurguladığı veliler hiyerarşisindeki iç işleyiş / iç yapılanmaya harfiyen uymak
zorunluluğundadır. Yani meczup Levh’e bakar, orada yazılı olanı görür, ona göre
âlemdeki gerekli işleri tasarruf güzüyle yerine getirir, şeklinde bir
yapılanmadan bahsetmez Akşamseddin… Aksine zamanın kutbu, arş üzerindeki levhe
bakar, gördüğünü, uygun bulduğu tasarruf sahibi meczuba aktarır. Yani meczup,
emrin Hak’dan halka nüzulündeki emir-komut, amir-memur zincirindeki yerinde
sabittir, orada oynama, yer değiştirme söz konusu değildir. Zirvede Allah
vardır, emrini arş üzerindeki levhe nakşeder, kutub onu okur ve daha aşağı
mertebede görevli memur pozisyonundaki meczuba amir vasfıyla, ne gibi işleri
yerine getireceğini bildirir. O da Hakk’ın kendisine lütfettiği tasarruf
gücüyle vazifesini tıpkı meleklerin “Allah’a emredilen konuda isyan etmezler,
emrolundukları şeyleri yaparlar” tarzında yerine getirirler. Allah’ın yarattığı
kullar çerçevesinde olmak üzere “müdebbir meleklere” verdiği gibi, emri
melekleşmiş, kutsi, saf ve temiz ruhlara vermiştir. Esasen yöneten Allah’tır,
müdebbirlik vasfına haiz melek veya insan da robotik, maşa konumunda alet
varlıklardır. Tasavvuftaki kutub kavramına bakarak, Allah’a yedek ilahlar
yamamaya çalışmak iddiasını disiplindeki spekülatif anlama zorluğu açısından
yersiz bulduğumuzu ifade etmek isteriz. Hiçbir varlık ister nebi, ister veli,
ister kutub, isterse melek ve diğer tüm mahlûkat, asla Allah olamazlar. Ve tasavvufta
da bu türden bir iddia asla görülmemiştir. Problem, tasavvuf ehli olmayanların,
alanın terminolojisini bilmemelerinden yarım anlayışlı zihinsel
bulanıklıklarındandır. Bu bulanıklık, tasavvufa dair spekülatif bilgi
üretiminden / yorumundan mahrumiyete sebep olur. Ve sonuç yanlışla biter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder