19 Mart 2012 Pazartesi

Ufak bir kafa ayarı


Gözlem yapan, sorgulayan, karşılaştıran ve belirli neticelere erişen zekâ ve sezgi kombinasyonuma göre kültürün, geleneğin, bilimin ve medeniyetin kaynağının büyük kısmı Hindistan’dadır. Aslında eşdeğer olarak Tibet’te ve Çin’dedir fakat bu iki bölgenin diğer dünya topraklarına ve oralarda yaşayan insan topluluklarına erişimi pek de mümkün olmamıştır. Daha izole olmalarından dolayı geleneksel olarak daha saf ve iyi işlenmiş kültürler yaratmışlardır. Şimdi bazı teoriler, efsaneler ve hikâyeler diyor ki bu merkezlerden öncesi de varmış. Misal Atlantis, Mu, Lemurya ya da Hyperborea. Ben bunları bir kenara koymayan birisi olsam da çok fazla üzerlerinde durmam çünkü zekâ ve sezgi kombinasyonum bu mecralarda yeterli sonuçlar vermiyor.

Çerçeveyi biraz daraltıp Hindistana bakmadan önce bundan sonra Hindistan yerine Bharata ismini kullanacağımı belirtmek isterim. Çünkü adamlar kendilerine bu ismi vermişler. Aslında Hindu dini dediğimiz şey de esasında Dharma inancıdır. İngiliz dangalaklığının sonucu India ve Hindu gibi isimlerle beynimiz yıkanmıştır. Bharata kültürü oldukça verimli nehirlerin arasındaki bereketli topraklar üzerinde gelişmiştir. Bilimsel olarak insanların beden yapılarına, ciltlerinin rengine, kafatası yapılarına, genlerinin bileşkelerine bakarsanız oldukça karmaşık bir yapı ile karşılaşırsınız. Benzeri bir yapı ise Antik Mısırda karşımıza çıkar.  İngilizlerin böl ve yönet politikalarının bir eseri de Bharata’da beyaz ırk Aryanlar ve kara ırk Dravidler ayrımında karşımıza çıkmaktadır. Konuyu derinlemesine inceleme gereği durmayan ve politik ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda hareket eden Breton tandanslı bilim, bu tarz çalışmalar neticesinde “Hint-Avrupa Dil Ailesi” diye bir saçmalığı da dünyaya yedirmiştir.

Neyse efendim sonuçta Bharata’da birçok kavim var ve bunlar “artık” birbirinden ayrılamaz duruma gelmişlerdir. Lakin ki antik Bharata’da hüküm sürmüş kast sisteminde de kastlar renklerine göre ayrılırlar. Brahmanlar beyazla, Kşatriyalar kırmızı ile, Vaişyalar sarı ile ve son olarak Sudralar siyah ile temsil edilirler. Kast dışı olanlar mavi ile damgalanır. Bu söylediklerimden bazılarınız ırksal faşizm çıkarabilir fakat ben sayıları çok az olan ve ne demek istediğimi anlayanlara hitap ediyorum.

Bharata toprakları batıdan çok defa istilaya uğramışlardır. Orta asyadan, pers topraklarından, arap yarımadasından ve son olarak ta makedonyadan gelen İskender…

Dharma inancında biçimlenen tanrılar Asuralar olarak isimlendirilirler. Şeytanlarına ise Devalar denir. Hâlbuki antik pers’te ise Devalar tanrılardır. Tarihi bilinmeyen çağlarda Bharata halkları ile Pers halkları savaştıkça onların tanrıları da efsanelerinde savaşmışlardır. Günümüzde Batı ve Doğu arasındaki sürtüşmenin temeli buraya dayanır. Ayrıca Bharata’dan batıya gittikçe Sanskritçenin biçimlenerek değiştiğini görürsünüz ve en son Arapça halini alır. Kenan ülkesi civarında da kuzeyden gelen rünlerle karşılaşırlar ki bu bambaşka bir konu aslında. Aynı hareket dini yapılanma için de geçerlidir, Zerdüştlük, kendi geçmişini kısmen içinde eritmiş olsa da Dharma inancının basitleştirilmiş halidir. Hakeza yoga gibi namaskar gibi fiziksel uygulamalarda hem Zerdüştlükte hem de İslamda yer edinmişlerdir.

Neyse efendim kültür, gelenek doğudan batıya göçünü sürdürürken, Batı ile Doğu arasındaki sınır da bir o yana bir bu yana ilerlemiştir. Akameniş imparatorluğu sırasında bu sınır Helen uygarlığının kapılarına kadar dayanmıştır. Sonra İskender bu sınırı alıp Pamir yaylalarına kadar götürmüştür. Selevkosların bir bakışa göre durgun ve çürük başka bir bakışa göre de mükemmel medeniyetlerinden sonra bu Batı-Doğu sınırı gene batıya doğru ilerlemiştir. Aslında Roma İmparatorluğunun yükselişinin ışığı bu sınırı Pers sınırına kadar götürmüş olsa da Bizans, İslamın basıncına çok fazla dayanamamış ve neticesinde Osmanlı sayesinde bu sınır en batıdaki haline erişmiştir.

Bu med-cezir halinin gidip geldiği alandaki halklara ve kültürlere neler yaptığı ise sürüklenmeler arasında çoğunlukla yok olmuştur. Şimdi elimizdekilere bakarak, o uzak geçmişteki olup bitmişlere ancak bazı varsayımlarla yaklaşabiliriz.

            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder