2 Nisan 2012 Pazartesi

Animizm ve insanın biyolojik evrimi üzerine


Konuya dalmadan önce, “Evrim” kavramı hakkındaki düşüncelerimi belirtmekte fayda var. Cahil ya da değil, kitleler tarafından ağza sakız edilen “Darwin’in Evrim Teorisi”ne inanmadığımı fakat “Evrim”in gerçek, işleyen ve sürekli bir olgu olduğuna inandığımı söylemem yerinde olur. Kişisel olarak Darwin’e de pek saygım olduğu söylenemez.

İnsanoğlu geçmişin karanlıklarından bugünlere nasıl geldi sorusunun cevabını da tam olarak bilmiyorum. Fakat bu konuda inandığım şey, geçmişin bir noktasında, insanüstü (tanrısal ya da insandan daha gelişmiş bir yaratık ya da doğanın kendisi) bir eylemin sonucu olarak, zihinsel ve ruhsal bir sıçrama ile “medeni” olma yönünde dürtülenmiş varlıkların torunları olduğumuzdur.

Sonsuz tartışmalara sürüklenecek konuları bir kenara koyup, insanın biyolojik evrimine mercek tuttuğumuzda gerçekten de daha öncül biyolojik hallerimizin muadillerini hala doğada görebilmekteyiz. İnsanı diğer canlılardan ayıran sinir sisteminin gelişmişliği de asıl odaklanmak istediğim konudur.


Yukarıda paylaştığım bağlantılarda daha detaylı inceleyebileceğiniz konu, sinir sisteminin katmanları ile ilgilidir. Çekirdekte “reptilian” yani sürüngen beyni denen kısım vardır. Bu kısım, denge, vücut sıcaklığı, kalp ritmi, nefes ritmi gibi zihinsel kontrolün dışında sürekli işleyen ve hayatta kalmamızı sağlayan kısımları kontrol etmektedir. Zaten resimlerden de göreceğiniz üzere başı beynin içinde olan ve vücudu omurilik boyunda uzanan bir yılan gibi sırtımızın kaidesinde kıvrılmaktadır (tıp ilminin yılanla özdeşleşmesi, asanın etrafında dolanan iki yılan sembolü gibi konular apayrı derinliği olan konulardır). Ayrıca sinir sisteminin, ölüm tehlikesi karşısında normalde kendimizden beklenmeyen hızlarda düşünüp hareket edebilmemizi sağlayan ve hayatta kalmak adına mucizevî eylemleri yapmamızı sağlayan kısmı da bu sürüngen beyin denen otonom kısımdır. Sürüngenlerin ne kadar hızlı ve çevik olduğunu hatırlayınız.

Bu beynin üzerine “limbic” adı verilen hayvansal beyin evrilmiştir. Sinir sisteminin bu kısmı doğduğumuzda atalarımızdan gelen kalıtsal bilgilerle doludur fakat içinde bulunduğumuz aile, toplum ve bunların ortak paydası sosyo-kültürel yapı tarafından çocukluk çağından biçimlenir. Temel olarak duygusal bedenle özdeşleştirilen bu kısım bütün ruhsal problemlerin, hastalıkların kaynağını teşkil eder. Hayatımızın “karar mekanizması” –ki eğer kendimizi bazı ilimlerde eğitmemişsek- bu limbic ya da hayvansal beyne çakılı kalmış durumdadır. Ne yazık ki insanlığın neredeyse tamamı bu beynin yönetimi altında hayatını tamamlar. Deneyimlerin kaydedilip onlara karşı çıkarımların depolandığı yer de burasıdır. Eğer küçükken elinizi sobaya koymuş ve eliniz yanmışsa bunun içgüdüsel kaydı burada tutulmaktadır. İçgüdü dedim ya bunu unutmayın tekrar buraya döneceğim.

Ve en son “neokorteks” adı verilen ve bizi diğer hayvanlardan ayıran kabuk sinir sistemimiz vardır. Bu kısım hakkında lezzetli cümleler kuramıyorum çünkü hepsini kullanamadığım bir beyin hakkında atıp tutmak saçma geliyor. Fakat insanın “medeni” yolculuğunun en temel motoru da beynin bu kısmıdır. Zekânın konakladığı yer burasıdır.


Animizim; yukarıda da açıklandığı gibi insanoğlunun erken çağlarında, kişinin hayatının bazı hayvanlarla beraber süregeldiğine, bu hayvanlara atfedilen bazı özelliklere göre kişilerin hayvansal ruhlara sahip olduğuna inanan, sağaltma, kutsama, koruma gibi bazı Şamanist ritlerin ana sembollerinin oluşturan hayvanları kullanan ilkel (!) yaşam biçimi kamcılığın temel öğelerinden birisidir. Şimdi daha önce kulağınıza küpe ettiğiniz limbic beyin de bu konuyla direkt olarak alakalıdır.

Modern dünyada bir shrink (terapist ya da psikolog demektense bu daha iyi) hastasına “şöyle uzanın da çocukluğunuza, ilk başına, köklere dönelim” dediğinde aslında neokorteksten, limbic beyne oradan da sürüngen beyne inişi anlatmak istiyor bana göre ama sorsanız shrinklerin neredeyse hiçbiri bu bahsettiğimin farkında bile değildirler. Zaten o ilkel (!) zamanlarda kamlar hastalarını sağaltırken de bu yöntemi daha pratik ve fiziksel yöntemlerle (bazı ilaçlar, tütsüler, uyarıcılar, danslar, müzik vs) yapmaktaydılar.

Çağlar boyunca bu yöntemler, kimi geleneklerce yüceltildi, kimilerince lanetlenip yasaklandı ama günümüze kadar ezoterik ve geleneksel birçok akım vasıtasıyla az çok biçim değiştirerek geldiler. Hatta Aleister Crowley, demonların bilinçaltındaki düğümler (limbic beyinde deneyimler vasıtasıyla kaydedilen vakıalar) olduğunu söylerken keşke animizmden de bahsetseymiş demeden duramıyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder