8 Şubat 2016 Pazartesi

Tasavvuf ve Toplumsal Sınıf



Aşağıda yazılanlar bireysel okumalarım ve düşüncelerimin ürünüdür. Bir çok konu için kaynakça yazabilirdim; fakat gerek duymuyorum çünkü bilmeyen araştırır öğrenir. Bilgi çağında yaşıyoruz. Üslup biraz rahatsız edici olabilir. Saygılar.

Konuyu hakkıyla sunabilmek için önce tarihte bir çok zamanda ve medeniyette zuhur etmiş olan kast sisteminden biraz bahsetmek lazım. Kast dediğimiz toplumsal sınıftır. Çoğunlukla ekonomik ve soya bağımlı olmakla birlikte katı ve geçişken olmayan sınıfsal uygulamaları olduğu gibi daha geçişken ve serbest oluşumlar da dünyada yaşayıp yok olmuş neredeyse her medeniyette gözlenmiştir.

Temelde dört sınıf vardır ve bunun tarihteki en uzun süren ve en sert yaşananı olan antik Hindistan (Bharata) kast sistemindeki isimleri ile tanıtalım: Brahma, Kşatriya, Vişya, Sudra; yani Âlim-Ruhban sınıfı, Asker sınıfı, Tüccar-sanatkar sınıfı ve İşçi-köle-Vasıfsız sınıfı.

Sudra sınıfına işçi-köle-vasıfsız dedik fakat aslında zihinsel olarak fazla gelişme gösterememiş, çoğunlukla kol gücü ile sıradan işler yapan topluluklar desek daha doğru olacaktır. Bu topluluklar tarihte işçi, köle, serf, tebaa gibi isimlerle farklı medeniyetlerde yer almışlardır. Geçişken durumlarda aralarından nadir durumlarda brahman çıksa da vişya ve kşatriya türetme olasılıklar daha fazladır. Sudra sınıfının (eski çağları düşünürsek) doğa karşısında dağılıp yok olmadan varlığını sürdürebilmesi için diğer sınıfların varlığına ihtiyacı vardır. Çünkü kaygıları günü kurtarmaya yönelik ve bencil karakterlidir ya da başka bir ifade ile dünyevi bir yaşam sürmek belirleyici özellikleridir. Günümüzde maaşlı çalışan her kesimi bu sınıfa sokmak isteyen şarlatanlar vardır ve işe salt ekonomik bakıldığında haklıdırlar. Neticede üretim bu sınıfın varlığına bağlıdır ve düzgün yönetildiğinde üretim fazlası oluşur. Bu sınıfın tanımlayan damgalar yönetilen ve sabittir.

Vişya sınıfı tüccar, sanatkâr sınıfıdır. Sudralardan farklı olarak kol gücü ile biraz daha gelişmiş bir zihin gücünü harmanlayarak bir amaç doğrultusunda kullanma becerisi elde etmişlerdir. Sudra sınıfının yarattığı üretim fazlasından katma değer elde etme dürtüsü ile ortaya çıkmışlardır desek kolaycılık yapmış oluruz fakat haklıyızdır da. Hem topluluklar arasında üretim fazlasının ticareti hem de bu üretim fazlasını kullanarak kültürel değer olan zanaatsal faaliyetleri icra etmişlerdir. Geçişken durumlarda aralarından çoğunlukla kşatriya ve nadiren brahman çıkar. Vişya sınıfının özelikle ticari faaliyetlerinin adil olması ve güvenliği için kşatriya sınıfına bağımlılığı vardır. Ayrıca zanaatsal, ticari ve sanatsal yönelimlerin analizi ve belirlenmesi için brahman sınıfının yönlendirmesine gereksinim duyarlar. Kaygıları çoğunlukla kazanç kaygısıdır ve günü kurtarmak ya da başka bir ifade ile dünyevi bir yaşam sürmek belirleyici özellikleridir. Bu sınıf iyi biçimde organize olduğunda toplumda endüstriyel ve kültürel gelişim sağlanır. Bu sınıfı tanımlayan damgalar yönetilen ve hareketlidir.

Kşatriya sınıfı asker ya da kolluk kuvveti sınıfıdır. Toplumdaki temel görevi içe dönük olarak toplumsal adaleti korumak dışa dönük olarak da tehditlere ve düşmanlara karşı toplumu korumaktır. Antikitede kol gücü ve zihin gücü, çocukluktan başlayan sıkı bir eğitimle saf hale getirilerek sarsılmaz savaşçılar ve kahramanlar üretmek için terbiye edilmiştir. İçlerinden sadece brahmanlar türer. Sudranın üretim fazlası ve Vişyanın ürettiği silahlar olmadan varlıkları anlamsızdır. Sıkı bir talim ve terbiye altında yaşadıklarından dünyevi kaygıları yoktur (antikitede). Kadını da erkeği de doğuştan kşatriyadır ve çocukları da kşatriya olarak hayat sürer. Günümüzde bu tanıma uyan bir kolluk kuvveti topluluğu yok gibidir. Bu sınıfı tanımlayan damgalar yöneten ve hareketlidir.

Brahman sınıfı âlim, ruhban, toplumsal lider sınıfıdır desek de aslında toplumda sınıf olarak adlandırılacak kadar büyük miktarlarda olmamaları eşyanın tabiatı gereğidir. Bu sınıfın mensupları ileri derecede gelişmiş bir zihinsel yapıya sahiptirler. Tarihteki katı sınıf uygulamaları teorisine göre diğerlerinden ayrık ve geçişken olmayan bir sınıf olmaları gerekliliği kendi tabiatları ile örtüşmez. Pratikte ancak ve ancak terbiye ile elde edilebilecek olan zihinsel gelişmişlikten dolayı çoğunlukla kşatriya sınıfından çıkarlar ve bu yüzden önemi olmasa da bir çeşit kol gücüne de sahiptirler. Ve yine eşyanın tabiatı gereği diğer sınıflardan da brahman özellikli kişiler zaman zaman türemiştir. Bu sebepten kendine has bir sınıftır. Bunlar yöneticilerdir. Karar vericilik, yasa yapıcılık temel görevleridir. Toplumsal yapının ürettiği cevherler, dahiler bu kişilerdir. Diğer sınıflar ve onların endüstriyel ve kültürel etkileşimi olmaksızın var olmaları mucize olarak adlandırılır. Belki de en eski kabile düzeninden bu yana, kabilenin reisi ya da yaşlıları brahman gibiydi ve kabilenin toplum olmasını sağlayan kuralları koydular. Medeniyeti geliştiren fikirleri ürettiler. Bu sınıfı tanımlayan damgalar yöneten ve sabittir.

Bir masal gibi anlattığımız bu tarihsel bilgiler günümüzde geçerliliğini çoğunlukla yitirmiştir. Benzeri sınıflar farklı şartlarda mevcuttur. Geçişkenlik had safhadadır. Eskinin toplumları milletlere dönüşmüş ve dünya insanları milletine doğru evrilmektedir. Değişmeyen ise insanın bireysel hali ya da belki de kabul edersiniz ya da etmezsiniz ruhudur. Bundan sonra bahsedeceklerimiz de ruh, inanç tasavvuf ve din ile ilgili olacaktır.

Belki binlerce belki de onbinlerce yıldır varlığını sürdüren insan topluluklarının Brahmanları boş mu durdu zannediyorsunuz? Toplum mühendisliği diye bir tanım duydunuz mu? Cevabınız evet ise bu mühendisliğin toplumları biçimlendiren en büyük aleti “Din”dir diyerek sözde devam etmek istiyorum.

Toplumu oluşturan her bireyin psikolojik dürtüleri, yönelimleri ve rahatsızlıkları çeşitli biçimlerde mevcuttur. Bunları sanatla, eğitimle, eğlenceyle, çatışmayla, uzlaşıyla kontrol etmek ya da hani kontrol edemiyorsak da öngörülebilir bir düzeyde tutmak gerekir. Toplum mühendisliği basit olarak bu doğrultuda çalışırken, toplumun sınıfına göre bazı kurallar koymuştur. Tarih ilerledikçe, dünya döndükçe, doğa içinde yaşayan insanları bazen sevindirip bazen üzdükçe, toplumlar birbirleri ile etkileşimi sürdürdükçe bu kurallar da durmaksızın evrilmiştir. Geçmişin doğa olayları efsanelere dönüşmüştür. Binlerce yıl öncesinin o ünlü kabile reisinin anısı bir zaman gelmiş bir tanrının hikâyesi olmuş ve adına tapınak yapılmıştır. Bireysel olarak insanın, toplumsal hayattan etkilenen psikolojik gereksinimlerinin veyahut ruhsal açlığının giderilmesi için din kavramı içinde ıslah programları oluşturulmuştur. Günümüzde bu talim, terbiye, öğreti bütününe verilen isim tasavvuftur. Kast sisteminde kşatriyaların ıslahı için yapılan icraatlar bu işi sistematik hale getirmiştir diyebiliriz. Tabi yakın tarihten günümüze kadar sınıf gözetmeksizin ve hatta sınıfına göre farklı biçimler alacak biçimde farklı tasavvufi uygulamalar olmuştur. Ve ilginçtir ki tasavvuf da dört ana kısımda incelenir.

Tasavvuf konusunu İslam geleneği üzerinden anlatacağım fakat özü itibari ile sadece islama ait bir yapı değildir. Hristiyanlıkta ne kadar kalmıştır bilmem ama Musevi inancının bazı öğretileri de dört katmanlı sistemi içerir. Antik Akdeniz uygarlıklarından antik Bharata’ya ve Çine kadar toplumların felsefelerinde ve kozmolojilerinde de dört katlı yapılar göze çarpmaktadır.

İslami tasavvufta “Dört kapı, kırk makam” adı verilen bir talim, terbiye, öğreti yapılanmasından bahsedilir. Ruhun tekamülünü ya da ruhun gelişirken zihnin de bununla beraber aydınlanmasını amaçlayan öğretilerin izlediği yolların en bilineninin İslami yorumunu içerir. Beden sahibi ruh, bütünle bir olma ya da yaratıcısına kavuşma yolunda bazı yollar izler ve bu yollar da mertebeler ihtiva eder. Kırk mertebe, dört ana grup olarak karşımıza çıkar. Bunlar; şeriat kapısı, tarikat kapısı, marifet kapısı ve hakikat kapısıdır.

Detaylarına inmeye lüzum yoktur ki zaten konumuz da bunların içeriğinden ziyade nasıl bu şekle geldiklerinin hikayesidir. Bu hikaye daha önce anlattığımız toplumsal sınıflarla çok uyumlu görünmektedir. Toplumsal sınıfları katı bir ayrışma içinde değil de daha geçişken ve birbiri ile karışan bir şekilde tahayyül edip, bireyin ruhunu da en alt sınıftan en üstüne doğru yol alıyormuş gibi düşünürsek tasavvufun bu yapılanmasının aslında dini üreten toplumsal mühendisliğin atölyesi olduğunu idrak edebiliriz.

Tasavvufun makamları bireye bazı yükümlülükler getirir. Her kapının kendine has kuralları vardır. Kişi bunları elinden geldiğince hayatına yerleştirir ve ister istemez bir başkalaşım yaşar. Bu başkalaşım eğer ölçülü olunduysa ve beklenmedik şeyler yaşanmadıysa doğru sonuçlar verir ve kişi bir sonraki makamın kapısına erişir. Kapıda bolca sembolik ve bir o kadar gizemli bir sınavdan geçer ve diğer makama erişim hakkı kazanır. Sonra da yeni kurallara tabi olur ve ilginç olan eski kuralların hiçbir hükmü kalmaz ve hatta onlar günah niteliği bile kazanır. Avama açık kaynaklarda bu dediklerimize uygun tanımlar bulamazsınız. Daha çok toplum içinde uyumlu yaşamayı öğreten bir takım kuralların tasavvufi yolun makamları gibi anlatırlar ki başka türlüsü de garip olurdu zaten.

Sonuç olarak ruhun tasavvufi yolda ilerlemesini bireyin sudralıktan brahmanlığa giden bir yolda yürümesine benzetebiliriz demek isterdim ama tam olarak öyle değil. Şöyle ki, eğer kişi kşatriyanın adanmışlığına ve vişyanın açıkgözlüğüne ayrıca bir brahmanın rehberliğinde sudra sabrına sahip değilse işi kolay olmayacaktır. İlk paragrafların sonlarında bahsedilen damgalar ruhun bu bahsettiğimiz benzeşime anahtar olabilecek damgalarıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder