3 Mayıs 2012 Perşembe

Şeyh'ül Ekber ve Kabala'nın kökenleri hakkında bir not


Aşağıda paylaşılan yazı;


Adresinden tamamına erişebileceğiniz, ALİ NAKİ GÜNDOĞDU tarafından hazırlanmış olan, “MUHYİDDİN İbn-i Arabî’de Mistik Bilginin Kategorileri” isimli makalenin bir paragrafıdır…

İbn Arabî'ye göre vahdet-i vücut, tevhidin, Allah'ı birleşme­nin doğal bir sonucudur. Ancak tevhidin bir tenzihi, bir de teşbihi yönü vardır. Asıl olan bu iki yön arasındaki dengenin korunmasıdır. Tenzih, bizi mutlak olan zat’ın soyut birliğine gö­türür (vahdet); teşbih ise halka, yani yaratılışın çokluğuna (kes­ret). Birincide Allah batın, ikincide ise zahirdir. Allah hem aş­kın, hem de içkindir ve görüngüleri zıtlıkların birliğidir. Evvel ve ahirdir. Âlemin zuhurundan evvel Allah, El gayb-ül Mutlak halinde idi. Yani mutlak bir belirlenmemişlik halinde. Ancak âlemdeki nesneler O'nda potansiyel olarak mevcuttu (ayan-ı sa­biteler). Böylece Arabî, Platonik idealar ve arketipler anlayışını sürdürür. Ancak bunları levh-i mahfuz'la benzeştirerek İslamîleştirir. Mevcudat aşamalar halinde kuvveden fiile, batından zahire dönüşür. Kâinattaki her varlık bir yönüyle zat’ı temsil eder. Dolayısıyla her varlık İlahî zat’ın bir tecellisidir, kendinde hakikatleri yoktur. Batın ile zahir, ya da gizli ile açık âlem arasındaki bağ (berzah) ise insan-ı kâmil'dir. İnsan-ı Kâmil Allah'ın aynası, ilmidir. Kalem, bu insanın ruhu, levh'ül mahfuz ise kalbidir. Zâhir ile batın, vücut ve imkân, hak ve halk'ın zıtları in­san-î kâmil tarafından birleştirilir. Zuhur ve vusul aşk iledir. Ancak yetkinleşmek için mistik sufiler gibi salt aşk ilkesi yeterli değildir. Akıl, vicdan, sevinç, sezgi ve şuhûd gibi ilkelerde de yetkinleşmek gereklidir. Arabî, Kamil insan anlayışını Hallac'tan almıştır. İnsan küçük âlem (mikrokozmos)dur ve âlemin hülasa­sıdır. Makrakozmos yanında ilahî isimler de insan'da tecelli et­mektedir ve insan bu nedenle Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Arabî de ruh'un bedenden soyut ve hatta beden'e zıt ve emr âlemine ait bir cevher oluşu anlayışını benimser. Böylece Platonik ruh anlayışı yine İslamîleştirilerek sürdürülmüş olur. Yaşanılan bir tecrübe olarak tasavvuf bir dizi disiplin ve temrinle kişinin nefsini terbiye ederek kalbini arındırması sonucu Allah’ın mutlak Zatı’nın dışında hiçbir varlığın kalmadığı bir fena makamına ulaşma yolculuğudur. Bu yolculuk belli bir disiplinle ve bir veli’nin gözetiminde sürdürülür. Ancak açıktır ki tasavvuf bir zevk işidir. Yani kişisel mizaca bağlıdır. Dolayısıyla kişinin Allah'a yönelik tutkulu ve kalbî yolculuğu, bir nefs terbiyesinin ötesinde bir muhabbet ve aşk temelini gerektirmektedir. Aşk ise bir öğretinin kazanımından ziyade kişinin kendi öznel varlığı, yeteneği ve tecrübesiyle ilgili bireysel bir estetik üsluptur. O ne­denle tasavvuf, son tahlilde bir zihinsel sistem; bir düşünce eko­lü olmaktan çok yaşamsal kazanımla ve pratikle ilgili bir eğilim­dir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder