Aşağıda paylaşılan
yazı;
Adresinden
tamamına erişebileceğiniz, ALİ NAKİ GÜNDOĞDU tarafından hazırlanmış olan, “MUHYİDDİN
İbn-i Arabî’de Mistik Bilginin Kategorileri” isimli makalenin bir paragrafıdır…
İbn Arabî'ye
göre vahdet-i vücut, tevhidin, Allah'ı birleşmenin doğal bir sonucudur. Ancak tevhidin
bir tenzihi, bir de teşbihi yönü vardır. Asıl olan bu iki yön arasındaki dengenin
korunmasıdır. Tenzih, bizi mutlak olan zat’ın soyut birliğine götürür
(vahdet); teşbih ise halka, yani yaratılışın çokluğuna (kesret). Birincide
Allah batın, ikincide ise zahirdir. Allah hem aşkın, hem de içkindir ve
görüngüleri zıtlıkların birliğidir. Evvel ve ahirdir. Âlemin zuhurundan evvel
Allah, El gayb-ül Mutlak halinde idi. Yani mutlak bir
belirlenmemişlik halinde. Ancak âlemdeki nesneler O'nda potansiyel olarak
mevcuttu (ayan-ı sabiteler). Böylece Arabî, Platonik idealar ve arketipler anlayışını
sürdürür. Ancak bunları levh-i mahfuz'la benzeştirerek İslamîleştirir. Mevcudat
aşamalar halinde kuvveden fiile, batından zahire dönüşür. Kâinattaki her varlık
bir yönüyle zat’ı temsil eder. Dolayısıyla her varlık İlahî zat’ın bir
tecellisidir, kendinde hakikatleri yoktur. Batın ile zahir, ya da gizli ile
açık âlem arasındaki bağ (berzah) ise insan-ı kâmil'dir. İnsan-ı Kâmil Allah'ın
aynası, ilmidir. Kalem, bu insanın ruhu, levh'ül mahfuz ise kalbidir. Zâhir ile
batın, vücut ve imkân, hak ve halk'ın zıtları insan-î kâmil tarafından
birleştirilir. Zuhur ve vusul aşk iledir. Ancak yetkinleşmek için mistik
sufiler gibi salt aşk ilkesi yeterli değildir. Akıl, vicdan, sevinç, sezgi ve şuhûd gibi
ilkelerde de yetkinleşmek gereklidir. Arabî, Kamil insan anlayışını Hallac'tan
almıştır. İnsan küçük âlem (mikrokozmos)dur ve âlemin hülasasıdır. Makrakozmos
yanında ilahî isimler de insan'da tecelli etmektedir ve insan bu nedenle
Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Arabî de ruh'un bedenden soyut ve hatta
beden'e zıt ve emr âlemine ait bir cevher oluşu anlayışını benimser. Böylece
Platonik ruh anlayışı yine İslamîleştirilerek sürdürülmüş olur. Yaşanılan bir
tecrübe olarak tasavvuf bir dizi disiplin ve temrinle kişinin nefsini terbiye
ederek kalbini arındırması sonucu Allah’ın mutlak Zatı’nın dışında hiçbir
varlığın kalmadığı bir fena makamına ulaşma yolculuğudur. Bu yolculuk belli bir
disiplinle ve bir veli’nin gözetiminde sürdürülür. Ancak açıktır ki tasavvuf
bir zevk işidir. Yani kişisel mizaca bağlıdır. Dolayısıyla kişinin Allah'a
yönelik tutkulu ve kalbî yolculuğu, bir nefs terbiyesinin ötesinde bir muhabbet ve aşk
temelini gerektirmektedir. Aşk ise bir öğretinin kazanımından ziyade kişinin
kendi öznel varlığı, yeteneği ve tecrübesiyle ilgili bireysel bir estetik
üsluptur. O nedenle tasavvuf, son tahlilde bir zihinsel sistem; bir düşünce
ekolü olmaktan çok yaşamsal kazanımla ve pratikle ilgili bir eğilimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder