14 Haziran 2012 Perşembe

Külliyat ile Tecelliyat Arasındaki Münasebet

Külliyattan kastımız metafizik alemi, tecelliyattan kasıt ise algılanan madde alemi olmak üzere, bu konu hakkında: http://www.gornahoor.net/?p=4382 adresinde yayınlanmış olan makaleyi çevirdim ve sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorum...


Bunu Julius Evola’nın, insan olaylarının hareketlerini, saklı ve aşkın kuvvetlere dayandırmasında görüyoruz. Bununla beraber, bu kuvvetler hakkında hiçbir ayrıntı vermiyor. Eğer Rene Guenon’a dönersek, bu kuvvetlerin tanındığını fakat ayrıntılandırılmadan işlendiğini görürüz, Guenon bu kuvvetleri tecelli etmemiş kuvvet, biçimsiz tecelli etmiş kuvvet ve biçimli tecelli etmiş kuvvet olarak üçe ayırır.
Biçimli tecelli, var olan dünya âlemi ile birlikte beden ve ruhu da içeren insanlık halimizdir. Guenon’un yazıları, kendisinin Sufî öğretilerinin en yüce kimliği dediği tüm halleri aşan saf metafiziğe yönelmiştir. Biçimsiz tecelli maddesel dünyada bireyleşmemiş varlık veya kavramları içerir. Tecellinin bir parçası olarak, Guenon’un çalışması tam anlamıyla metafizik olmayıp, kozmoloji gibi geleneksel bilimleri de içerir. Bu Guenon’un da gördüğü gibi kendisine ait bir görev değildir.
Biçimsiz tecelliyi incelemek için iki yol bulunmaktadır. İnsanın bakış açısından bakıldığında bu durum insanlık haline kati suretle aşkın bir durumdur. Bununla beraber, varoluş açısından bakıldığında insanlık hali, biçimsiz tecellinin başka birçok yüksek halleri arasında, mümkün hallerden sadece birisidir. Böylelikle, varoluşun çoklu halleri içerisinde, Guenon, zahiri dinlerin harici varlıkları olarak görülen meleklerden bahseder. Bununla beraber, bunlar Bâtıni olarak yüksek hallerdir.  Bu haller mutlaklık ile insanlık hali arasındadırlar. Bu hallerin ayrıntıları için başka bir yere bakmamız gerekmektedir.
Lütfen melekleri sadece çoğunuzun alışmış olduğu hissi yol ile düşünmeyiniz. Melekler derken, biçimsiz tecellinin parçalarından biçimlenen üstün nitelikli akılları kast etmekteyiz. Sadece saklı tarihin, kavimlerin ve ırkların tarihi olarak da adlandırabileceğimiz bir parçasına odaklanarak, bu biçimi Thomas Aquinas’ta bulmaktayız:
İnsani meseleler için, doğrusu ülkeler ve toplulukların iyiliği için ortak bir fayda bulunmaktadır ve bu öyle görünüyor ki eyaletler düzenine ait bir faydadır. … Krallıkların uzlaşması ve hâkimiyetin bir kavimden diğerine geçmesi bu düzenin vekâletine bağlı olmalıdır. Hükümdarlıklarının yönetimi ile alakalı konularla ilgilenen insanlar arasından çıkıp liderlik pozisyonlarını ele geçirenlerin yönlendirmesi de bu düzeni ilgilendiriyor gibi görünmektedir. (~ Thomas Aquinas, Summacontra Gentiles, III, 80)
Böylece, Principalities (eyaletler düzeni) olarak adlandırılan, çeşitli ülkeleri, etnisiteleri ve ırkları etkileyen ya da onlara atfedilen bir melekler düzeni olduğu söylenebilir. Savaşlar, göçleri, işgaller, değişimler ve daha fazlası, maddesel, biyolojik, ekonomik ve ideolojik sebeplerin üzerinde ve ötesindedirler.
Summa’nın III. Kitabı, sadece, ancak insan tecrübesi ve mantık yürütme ile bilinebilen ve hiçbir özel ilham anlarına bağlı olmayan konuları işler. Öyleyse insani olayların, saklı ve aşkın kuvvetlerin konusu olduğunun belirtisinin kanıtı nedir? Şu üç kanıtı sunabiliriz:
1.       Kesin fikirler ve entelektüel hareketlerin süratliliği bir milleti ya da o milletin belirli bileşenlerini eliyle kavrayabilir. Nadiren, entelektüel önsezinin bir sonucudur fakat kendiliğinden meydana geliyorlarmış gibi görünür.
2.       Devrimlerin ve politik programlarının gerçek sonuçları temeldeki niyetlerle bağdaşmazlar. Hemen fark edilmese bile, sonradan kuşkusuz geçen zaman ile beraber, herhangi birincil başarı, inkâr halleri ile nihai sonuç, temeldeki hareketin karşıtı tamamlanıncaya kadar devam edecektir.
3.       Bu, geleneksel kültürlerin ortak tecrübesidir.
İlk ikisi yeterince açık ve aşikârdır, böylece üçüncüye odaklanabiliriz. Guido de Giorgio’nun da yazdığı gibi: “geleneksel gerçeğin saf alanında kalmaya niyetlenmiş olan kişi, mantıksal olarak daima geçmişe doğru döner, kuşkusuzluğun hallerinin izini sürer ve elde ettiklerini tecrübelerine ekler. 
Böylece, eğer biz, atalarımızın daha önce yaptıkları gibi dünyayı tecrübe edemezsek, adımlarımızın izlerini sürmemiz gerekir. Buna başlamanın yolu, Henry Corbin’in “yaratıcı imgelem” adını verdiği hermetik meditasyondur. Orta çağ’da imgelem içsel bir zeka olarak kabul ediliyordu.
Örnek verecek olursak, Truva Savaşı’nda, tanrılar ve tanrıçalar, çatışmada farklı tarafları tutmuşlardır. Convivio adlı eserinde Dante, bu durumu yüksek zekâlarla ve Principalities’le ilişkilendirir ve şöyle der:
Tanınmış ve üstün Eflatun gibi, sadece cennetin kubbeleri (küreleri, spheres) kadar çok zekâların olduğunu değil, örneğin insanlık, altın, boyutlar ve böyle devam eden şeylerin türleri de olduğunu savunan diğerleri de bulunmaktadır. Eflatun, nasıl ki kendi kürelerini varlığa zuhur ettiren cennetsel zekaları tuttuğu gibi böylece diğer zekalar da diğer tüm şeyleri ve misalleri,  her biri kendi türleri ile varlık alanına getirirler; ve Eflatun onlara, evrensel biçimler ve doğalar anlamında, İdeler adını verir… Paganlar onlara tanrılar ve tanrıçalar derler.
Dante, bu yüksek zekaların, insani meselelere politika ya da savaşlar bağlamında karıştığı konusu hakkında daha fazlasını söyler. Tanrılar ve tanrıçalar, Eflatun’un İdeler adını verdiği kesin nitelikleri de temsil ederler: güzellik, bilgelik, savaşçı ruh vb. Guenon’un kuramında ise ideler, tecelli olmamış mutlaklığın sonsuzluğu içindeki mümkünler olarak karşımıza çıkar. Bununla beraber, fikirlerin soyutlamalar olarak değil yaşayan varlıklar olarak tecrübe edildiği biçimsiz tecellinin imgesel dünyasında da başka bir varlığa sahiptirler.
Giorgio’nun da dikkat çektiği gibi, geçmişi basitçe bize harici gelen, antika meraklısının ilgisi gibi saymaz. Aksine, geleneksel gerçekler yeniden bulunmalı ve canlandırılmalıdır. Belirli bir biçimde, kişi bunları varoluşun yüksek halleri gibi yaşamalıdır. Evola’nın asla belirtme zahmetine girmediği gibi eylem yolu, farkındalığa ve bu yüksek halleri elde etmeye götürmez. Etkili eylem ya da geleneğin geri kazanımı, ancak bu yüksek hallerin dışında meydana gelebilirler.